AHMET BARLAK MUHASEBE FORUMU

Orjinalini görmek için tıklayınız: tahakkuk esası
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Altar Ömer ARPACI
Maliye Bakanlığı
Gelirler Başkontrolörü
Manisa Vergi Dairesi Başkanlığı
Gelir İdaresi Grup Müdürü V.

KURUMLAR VERGİSİ MATRAH TESPİTİNDE TEMEL ESASLAR
Tarih: 28.01.2008
GİRİŞ 

5520 Kurumlar Vergisi Kanununu da içeren yürürlükte olan vergi mevzuatı uyarınca kurum matrahının tespitinde giderlerin anlatıldığı KURUM MATRAHININ TESPİTİNDE GİDERLER(5520 SAYILI KURUMLAR VERGİSİ KANUNU DOĞRULTUSUNDA) başlıklı kitabımız Ağustos 2007 ayında Yaklaşım Yayıncılıktan çıkmıştır. Bu kitabımızdaki “Kurumlar Vergisi Matrah Tespitinde Temel Esaslar” bölümü aşağıda yer almaktadır. 
1. MATRAH TESPİTİNDE, GELİR VERGİSİ KANUNUNDA YER ALAN, TİCARİ KAZANÇLARA DAİR ESASLAR GEÇERLİDİR 
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6. maddesine göre kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır. Genel olarak safi kurum kazancı ise Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hükümlerine göre tespit olunur. Yani kurumların elde ettikleri kazanç ve iratlar nereden kaynaklanırsa kaynaklansın (ticari-zirai-serbest meslek kazançları, ücret, gayrimenkul-menkul sermaye iratları veya diğer kazanç ve iratlar) her gelir unsuru ayrı ayrı değil hepsi bir bütün olarak dikkate alınır ve kazanç tutarının hesabında Kurumlar Vergisi Kanunu ile Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır. 
Gelir Vergisi Kanununa göre ticari kazancın tespiti gerçek ve basit usulde olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir.[1] Gerçek usulde ticari kazanç ise bilanço esasına veya işletme hesabı esasına göre iki şekilde tespit edilebilmektedir. Gelir Vergisi Kanununun 38. maddesi bilanço esasına göre, 39. maddesi de işletme hesabı esasına göre kazancın tespitini düzenlemiştir.
Bilanço esasına göre ticari kazanç teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki olumlu farktan oluşmaktadır. Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ait hükümleri ile Gelir Vergisi Kanununun “indirilecek giderler” başlıklı 40. maddesi ile “gider kabul edilmeyen ödemeler” başlıklı 41. maddesi hükümlerine uyulur. 
İşletme hesabı esasına göre ticari kazanç ise bir hesap dönemi içinde elde edilen hasılat ile giderler arasındaki müspet farktır. Elde edilen hasılat; tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları, giderler ise; tediye olunan ve borçlanılan meblağları ifade eder. Emtia alım satımı ile uğraşanlarda ticari kazancın bulunması için hesap dönemi sonundaki emtia mevcudunun değeri hasılata, dönem başındaki emtia mevcudunun değeri ise giderlere ilave olunur. 
Her türlü ticaret şirketleri (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi şahıs ve sermaye şirketleri) ile kurumlar vergisine tabi kooperatifler, iktisadi kamu müesseseleri, dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler ve iş ortaklıkları birinci sınıf tüccar sayılırlar ve bu nedenle bilanço esasında defter tutmaları gerekir.(V.U.K madde 177/4) Yine aynı madde hükmüne göre sermaye şirketleri dışında kalan kurumlar vergisi mükelleflerinden işlerinin icabı, bilanço esasına göre defter tutmalarına imkan ve lüzum görülmeyenlerin işletme hesabı esasına göre defter tutmalarına Maliye Bakanlığı'nca izin verilebilir. 
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere kurumlar vergisi mükelleflerinde bilanço usulünde defter tutma esastır. İşletme hesabı esasında defter tutulması durumunda ise Türk Vergi Sisteminde yer alan bazı ayrıcalıklardan yararlanılamamaktadır. Örneğin işletme hesabı esasında defter tutan kurumlar Vergi Usul Kanununun 323. maddesinde yer alan şüpheli hale gelen alacakların gider yazılma imkanından faydalanamazlar. 
2. VERGİLENDİRME DÖNEMİ HESAP DÖNEMİDİR 
Kurumlar vergisinde vergilendirme dönemi gelir vergisinin aksine takvim yılı değil, hesap dönemidir.(K.V.K. md. 6, 25) Kurumların bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı vergilendirilecektir. Kazancın safi miktarı ise, bir hesap döneminde elde edilen gelirden kazancın elde edilmesi için yapılan giderler düşüldükten sonra kalan tutarı ifade eder. Hesap dönemi normal olarak takvim yılıdır. Ancak takvim yılı dönemi faaliyet ve muamelelerinin mahiyetine uygun bulunmayanlar için, Maliye Bakanlığı'na müracaat şartıyla Bakanlık 12’şer aylık özel hesap dönemleri belirleyebilir. Yeni işe başlama veya işi bırakma hallerinde, bir tam yıldan eksik olan faaliyet süresi de hesap dönemi kabul edilir.(V.U.K. md. 174) Özel hesap dönemine izin alan işletmelerin hesap dönemi hangi yılda kapanıyorsa, işletmenin kazancı o yılın kazancı sayılarak vergilendirilir. Kurumlar vergisi beyannamesi, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar, tarhiyatın muhatabının Türkiye'yi terk etmesi halinde ise ülkeyi terk etmesinden önceki onbeş gün içinde verilir. (K.V.K. md. 25) Kurumlar vergisi; beyannamenin vergi dairesine verildiği gün, beyanname posta ile gönderilmişse, beyannamenin vergiyi tarh edecek daireye geldiği tarihi izleyen üç gün içinde tarh edilir. (K.V.K. md. 16) Kurumlar vergisi, beyannamenin verileceği ayın sonuna kadar ödenir. (K.V.K. md. 21) 
3. KAZANCIN TESPİTİNDE TAHAKKUK VE DÖNEMSELLİK İLKELERİ ESAS ALINIR 
Vergi Usul Kanunu’nun 19. maddesinde, vergi alacağının doğumu vergiyi doğuran olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülüne bağlanmıştır. Kurum kazancının tespitinde 2 temel ilke söz konusudur. Bunlardan birincisi tahakkuk esası, ikincisi ise dönemsellik esasıdır. Tahakkuk esasına göre, kazancın tespitinde ödeme veya tahsilat dikkate alınmaz. Bir hasılat unsurunun doğuşu(tahakkuku) yeterli olup tahsil edilmiş olması şart değildir. Aynı şekilde bir gider unsurunun doğuşu(tahakkuku) yeterli olup ödenmiş olması şart değildir. Burada tahakkuktan kasıt hasılat veya giderin mahiyet ve tutar olarak kesinleşmesidir. 
Uygulamada zaman zaman gelir ve giderler açısından tahakkuk esasından sapmalar görülmektedir. İşveren sendikalarına ödenen aidatlar ve SSK prim ödemeleri örnek olarak verilebilir. 
Gelir Vergisi Kanununun 40/8. maddesine göre; işverenlerce, Sendikalar Kanunu hükümleri uyarınca sendikalara ödenen aidatların gider yazılması mümkündür. Ancak ödenen aidatın bir aylık tutarı işyerinde işçilere ödenen çıplak ücretin bir günlük toplamını aşamaz. Ayrıca madde hükmünden de anlaşılacağı üzere bu gider türünde tahakkuk esası değil ödeme esası geçerlidir.[2] 
506 sayılı Kanunun 80. maddesinin birinci fıkrasında "İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur.” denilmiş, aynı maddenin üçüncü fıkrasında da "Kuruma ödenmeyen prim Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz" hükmü yer almıştır.[3] 
Bu hükümlere göre, SSK priminin gider olarak dikkate alınabilmesi için, bu primlerin Sosyal Sigortalar Kurumuna fiilen ödenmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle, sigorta primleri, dönemine ve ait olduğu yıla bakılmaksızın fiilen ödendiği tarihte gider yazılacaktır.[4] 
Ancak 506 sayılı Kanunun 80. maddesi gereğince bir aya ait sigorta primleri ertesi ayın sonuna kadar ödenebileceğinden, Aralık ayına ait olan sigorta primlerinin ertesi yılın Ocak ayı içerisinde ödenmesi durumunda bu primler Aralık ayının gideri olarak dikkate alınabilecektir.[5] 
Yine; 04.03.2006 tarih ve 26098 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5458 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 3.maddesinin beşinci fıkrasında; “Bu Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamında borçları yeniden yapılandırılanlarca, taksitlendirme süresinde beyanları üzerine tahakkuk eden; yıllık gelir ya da kurumlar vergisinin süresinde veya vade tarihlerinin rastladığı yılı takip eden yılın sonuna kadar tamamen ödenmemesi, katma değer vergisinde bir takvim yılında üç defadan fazla kanunî ödeme süresinde veya vade tarihlerinin rastladığı yılı takip eden yılın sonuna kadar ödeme yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi, bu vergi türleri için ikmalen, re'sen veya idarece yapılan tarhiyatlardan, taksitlendirme süresince kesinleşenlerin ise kanunî süresinde veya kesinleşme tarihlerinin bulunduğu yılı takip eden yılın sonuna kadar ödenmemiş olması ya da bu borçların 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesine göre taksitlendirilmemesi hallerinde, bu hususlar işverenin bağlı olduğu vergi dairelerince Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilir. Bu durumda, borçlular bu Kanunun yeniden yapılandırma hükümlerinden yararlanma hakkını kaybederler ve ödedikleri tutarlar Sosyal Sigortalar Kurumunun ilgili mevzuatı uyarınca borçlarına mahsup edilir.” hükmü yer almaktadır. 
Bu hüküm ve açıklamalara göre, SSK priminin gider olarak dikkate alınabilmesi için, bu primlerin Sosyal Sigortalar Kurumu’na fiilen ödenmiş olması gerektiğinden, sigorta primleri, dönemine ve ait olduğu yıla bakılmaksızın (taksitlendirilerek ödenmesi halinde ödenen taksit tutarlarından prim aslı kadarının) fiilen ödendiği tarihte gider yazılması mümkündür. Sosyal Sigortalar Kurumuna ödenen, idari para cezaları ile ödenen gecikme zamlarının, tecil faizlerinin ticari kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir. 
1 seri no.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğinde dönemsellik kavramı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. 
“İşletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belirli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak saptanmasıdır. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması bu kavramın gereğidir.” 
Dönemsellik ilkesine göre ise kazancın tespitinde bir hasılatın olumlu, giderin ise olumsuz unsur olarak dikkate alınabilmesi için söz konusu döneme ait olması gerekir. Bu ilkenin hukuki dayanağını ise Vergi Usul Kanunu’nun “aktif geçici hesap kıymetleri” ve “pasif geçici hesap kıymetleri” başlıklı 283 ve 287. maddelerinde bulmaktayız. Ticari kazanç açısından gelirin ve giderin tahakkuk etmiş olması yeterlidir. Ancak dönemsellik ilkesi gereği bir gelir veya gider tahakkuk etmiş olsa bile ilgili olduğu hesap dönemine intikali gerekir. Bu nedenle gelecek dönemleri ilgilendiren giderler ve gelirler gelir tablosunda değil bilançoda yer alırlar. Bazı gider türleri önceden ödenmesine rağmen gelecek yılları ilgilendirebilir. Bu tip peşin ödemeler yapılınca “280 Gelecek Yıllara Ait Giderler Hesabı”nın borcuna kaydedilir. Birden fazla yılı ilgilendiren gider ödemesi yapılmışsa dönem başında cari yılı ilgilendiren kısım bu hesaptan çıkarılıp “180 Gelecek Aylara Ait Giderler Hesabı”nın borcuna aktarılır. İlgili ay geldiğinde 180 no’lu hesaptan gider hesaplarına intikal ettirilir. 
İçinde bulunulan yıldan sonraki gelecek yılları ilgilendiren gelirler, dönemsellik ilkesi gereği ilgili gelecek yıl veya yıllara aktarılmak üzere tahakkuk ettirilerek, içinde bulunulan yılın gelirlerinden ayrılmış olur. Gelecek yılları ilgilendiren gelirlerin tahakkuku için “480 Gelecek Yıllara Ait Gelirler Hesabı” kullanılır. Muhasebedeki “ihtiyatlılık” ilkesi gereği bu hesaba, gelirin gelecek yıl veya yıllara ait olduğu kesin olarak bilindiği zaman kayıt yapılır. Dönem başında cari yılı ilgilendiren kısım bu hesaptan çıkarılıp “380 Gelecek Aylara Ait Gelirler” Hesabı”na aktarılır. İlgili ay geldiğinde 380 no’lu hesaptan gelir hesaplarına intikal ettirilir. 
Dönemsellik ilkesi ile ilgili olarak özellikli durumların iki örneği aşağıya alınmıştır. Bunlardan birincisi; Telefon, elektrik, su vs. faturalarının gider yazılacağı dönem sorunu, ikincisi ise vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş olan vergi ve SSK prim borçlarının durumudur. 
Telefon, elektrik, su ve doğalgaz faturaları Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenen "fatura ve benzeri belgeler’’ kapsamında nitelendirilmektedir. Yukarıda belirtilen belgelerin bazılarının üzerinde ‘’VUK hükümleri ve yönetmeliklerine tabi değildir." ibaresi bulunması, bu belgelerin fatura ve benzeri olma niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Belgelerin, üzerinde bu ibarenin bulunmasının nedeni, belgelerin basım ve kullanımındaki bazı formalitelerin ortadan kaldırılmasıdır. 
Söz konusu giderler açısından en önemli özellik, bu giderlerin tahakkuk esasına göre gayri safi kazançtan düşülmesidir. Aynı zamanda bu giderler açısından vergilendirmede dönemsellik ilkesi esastır. Bu tür giderlerin tahakkuk ettikleri dönemde, ilgilendirdikleri dönem gideri yazılabilir. Birden fazla dönemi ilgilendiren giderlerin gelecek dönemler için aktifleştirilmeleri gerekir. Bu tür giderlerde dönemsellik ilkesinin istisnasını, giderlerin ait oldukları dönem içinde alacaklı kamu kuruluşları tarafından tahakkuklarının bildirilmediğinde, ödendikleri yılda gider yazılabileceği durumu oluşturmaktadır. 
Telefon, elektrik, su ve doğalgaz giderlerinde, yukarıda belirtilen dönemsellik ilkesi haricinde bunların işletmenin aktifinde kayıtlı olmaları veya sözleşmelerinin işletme adına düzenlenmiş olmaları da ikinci bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Dönem sonu envanter çalışmaları sırasında dikkat edilmesi gerekli hususlardan birisi de, 360 ve 361 no’lu hesaplarda yer alan ve vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş olan vergi ve SSK prim borçlarının ne tür bir işleme tabi tutulması gerektiğidir. 
Bu konu ile ilgili hesaplara ilişkin olarak 1 seri no’lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğinde yapılan belirlemelere göre vergi ve sosyal güvenlik kesintileri ödemelerinin vadesinde yapılmaması halinde, 360 ve 361 hesaplardaki vadesi geçen yükümlülükler yine aynı gruptaki "368 Vadesi Geçmiş Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer Yükümlülükler Hesabı”na aktarılmalıdır. Bu işlem, dönem içerisinde yapılmamış olsa bile, dönem sonundaki envanter çalışmaları sırasında mutlaka yapılmak durumundadır. Vadesi geçmiş ve ödenmemiş borçlar, “360” ve “361” hesaplardan alınıp, en azından mali tablo aşamasında “368” hesaba mutlaka aktarılmalıdırlar. Bu tutarların mali tabloda “360 ve 361” hesaplar içerisinde bırakılmış olması, işletmenin bu tür borçlarını hep zamanında ödediği gibi bir görüntü vererek mali tablo okuyucusunun aldanmasına neden olacak, bu yolla “Tam Açıklama Kavramı” ile “Sosyal Sorumluluk Kavramı” gözden çıkarılmış olacaktır.

Bilanço tarihindeki işletmenin bütün borçlarının bilançoda yer almasını gerektiren bilanço ilkesi gereği ve dönem içinde doğan tüm giderlerin doğduğu döneme kaydedilmesini gerektiren “dönemsellik ilkesi” gereği, vadesi geçmiş olduğu için "368" hesaba aktarılan vergi ve sosyal güvenlik borçlarının dönem sonu itibariyle oluşmuş gecikme zamları da hesaplanıp tahakkuk ettirilerek "369- Ödenecek Diğer Yükümlülükler" hesabına alacak kaydedilmelidir. Zira bu gecikme zamları da işletmenin oluşmuş borçlarıdır ve işletme kişiliğinin gideridir. Giderin doğuş zamanı da ödenme tarihi değil, tahakkuk ettiği tarihtir. Sonuçta, Tam Açıklama ve Dönemsellik İlkeleri gereği, dönem sonu itibariyle oluşan gecikme zammı borcu bilançoda, oluşan gecikme zammı gideri de o dönemin gelir tablosunda yer almalıdır.[6] 
3.1. Dönemsellik İlkesinin Tahakkuk Esasına Göre Önceliği 
Ticari bir gelir ya da giderin mahiyet itibariyle tahakkuk ettiğinden söz edilebilmesi için, miktar olarak hesaplanabilmesi, gelire hak kazanılması ya da borç altına girilmesi gerekmektedir. Tahakkuk esasına göre belirlenen gelir ve giderlerin yalnızca cari döneme ait kısmı, aynı döneme ilişkin ticari kazancın hesabında gelir ya da gider olarak dikkate alınabilir. Bu durum dönemsellik ilkesinin de bir gereğidir. Kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hükümleri dikkate alındığından kurum gelir ve giderleri açısından da tahakkuk ve dönemsellik esasları geçerlidir. Ancak yukarıda anlatıldığı gibi bu esaslardan sapmalar olabilmektedir. Ayrıca yine yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ticari kazancının vergilendirilmesinde dönemsellik ilkesi, tahakkuk esasının önüne geçmektedir. Fakat bu noktada göz ardı edilmemesi gereken bir diğer husus bir gelirin veya giderin ticari kazancın veya kurum kazancının tespitinde dikkate alınması için tahakkuk etmesinin şart olduğudur. Vergi Usul Kanunu Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ticari kazancın, veya kurum kazancının elde edilmesinde dönemsellik ilkesine uyulmak suretiyle tahakkuk esasının geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 
4. ZİRAİ FAALİYETTEN DOĞAN KAZANÇ TESPİTİ İLE DAR MÜKELLEFLERDE GENEL ESASTAN AYRILINMAKTADIR. 
Kurumlar vergisinde kazancın tespitinde temel esaslar yukarıda açıklanmakla birlikte bazı özel durumlarda genel esastan ayrılınmaktadır. Bunlar zirai faaliyetten doğan kazanç tespiti ile dar mükelleflerde kazanç tespiti ile ilgilidir. 
Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 22. maddesinde dar mükellefiyete tabi kurumların, kurum kazançlarının tespitinde özel belirleme yapmaktadır. Buna göre, dar mükellefiyete tabi kurumların, Türkiye'deki kazançları, ticari ve zirai kazançlar dışında kalan kazanç ve iratlardan ibaret bulunması halinde, kurum matrahının tespitinde, Gelir Vergisi Kanunu'nun bu gibi kazanç ve iratların tespiti hakkındaki hükümleri uygulanır. 
Kurumlar Vergisi Kanununun 6. maddesinin ikinci fıkrasında; “zirai faaliyetle uğraşan kurumların, bu faaliyetlerinden doğan kazançlarının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun 59’uncu maddesinin son fıkrası hükmü nazara alınır." hükmü yer almaktadır. Gelir Vergisi Kanununun 59. maddesi zirai kazancın bilanço esasında tespiti ile ilgilidir. Bu maddenin son fıkrası ile ayrıca aynı kanunun 56(zirai kazançta hasılat), 57(zirai kazançta giderler) ve 58.(indirimi kabul edilmeyen giderler) maddelerine atıf yapılmıştır. 


________________________________________
KAYNAKLAR:
[1] Küçük ticaret ve sanat erbabına yönelik olarak 4369 sayılı kanunla getirilmiş olan basit usulün kurumlarda uygulama imkanı yoktur. Bu nedenle kurumların kazancı sadece gerçek usulde tespit edilebilir.
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. 149 seri no’lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ( 18 Mart 1986 tarih ve 19051 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır)
[3] Sigorta primi ve emekli aidatı işveren hisselerinin gider olarak yazılabilmesi, bu primlerin ve aidatın geri alınmamak üzere Türkiye'de yerleşik sigorta şirketlerine veya emekli ve yardım sandıklarının tüzel kişiliği haiz bulunmaları şartına bağlanmış bulunmaktadır. Bu nedenle bu şartlara haiz olmayan müesseselere yapılan bu tür ödemeler gider yazılamayacaktır.
[4] Ancak, tahakkuk ettirilen sigorta primleri nedeniyle ceza ve faiz ödenmesi halinde ilerleyen bölümlerde anlatılacağı üzere bu ceza ve faizlerin kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.
[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. 174 seri no'lu Gelir Vergisi Genel Tebliği (19 Şubat 1994 tarih ve 21854 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır)
[6] Ayrıntılı bilgi için bkz. KURDOĞLU Nusret; Tekdüzen Muhasebe sisteminde Vadesi Geçmiş (Ödenmemiş) Vergi ve SSK Prim Borçları, 368 ve 369 Hesaplar, Sivas SMM Odası mesleki yazılar.

Kaynak: http://www.MuhasebeTR.com